Karaciğer Kanseri Nedir? Neden Olur? Kanser Hastaları Nasıl Beslenmelidir?

Karaciğer kanseri, dünyadaki en yaygın kanserlerden biri olarak gösterilmektedir. Cinsiyet, etnik ve coğrafik farklılığa göre sıklığı değişiklik göstermektedir. Siroz, kronik hepatit B ve C enfeksiyonu, kronik etanol kullanımı, non alkolik steato hepatit (NASH), aflatoksin B1 veya diğer mikotoksinler, karaciğer kanseri için risk faktörlerinin bir kısmını  oluşturur. Bu risk faktörlerinden NASH; karaciğerde inflamasyon ve fibrozise, sonrasında ise siroz ve hepatosellüler karsinomaya kadar giden bir dizi patolojik durumlara yol açabilmektedir.

Ana karaciğer kanseri türü olan hepatoselüler karsinom için başlıca risk faktörü, hepatit B ve daha az oranda hepatit C virüsü ile kronik enfeksiyondur. Aşırı alkol tüketimi, Batı ülkelerinde karaciğer kanseri için başlıca diyete bağlı risk faktörü olup, muhtemelen siroz ve alkolik hepatit gelişimi yoluyla oluştuğu düşünülmektedir.

Kanser oluşturan nedenler arasında, çevresel nedenler ve genetik faktörler sayılabilir. Çevresel faktörler arasında en önemli faktörler sigara, yenilen yiyecekler, şişmanlık, hormonlar, virüsler, fiziksel ve kimyasal ajanlar gösterilebilir. Farklı kaynaklara göre kanserin beslenmeyle olan ilişkisi %10-70 arasında değişip, ortalaması %35’tir.

Karaciğer Kanseri ile Beslenme Arasındaki İlişki

Meyve, sebze ve kepekli tahıllarda yüksek miktarda bulunan lif, bazı kanserlere karşı koruma sağlar.

Diyet, yaşam tarzı ve çevresel faktörler ile farklı kanserlerin görülme sıklığı arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere tasarlanan Avrupa Kanser ve Beslenme Araştırması (EPIC); meyve, sebze ve kanser riskine bağlı olarak tüketimi de araştırmıştır. Yüksek oranda hayvansal protein alımı, kanser ile ilişkilendirilmektedir. Bunun sebeplerinden biri, yüksek miktarda protein alındığında doymuş yağ tüketiminde de artış olmasındandır. Hayvansal kaynaklı protein alımının artması, yağ ve enerji miktarlarındaki artışı da beraberinde getirerek, fazla kilo ve obeziteye yol açarak kanser riskini oldukça arttırmaktadır.

Yağ asitlerinin; kalp krizi, kalp ve damar hastalıkları, depresyon, migren türü baş ağrıları, eklem romatizmaları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol ve tansiyon, bazı alerji türleri ile bazı kanserler gibi birçok hastalıktan korunmada oldukça önemli etkisi olduğu tespit edilmiştir. Balık yağlarının kanser üzerinde direkt tedavi edici etkisinden çok, hastalıktan korunma ve ağrıları dindirici etkisi daha sık olarak görülmektedir.

Beslenme şeklimiz ve yediklerimiz kanser oluşumunu görülür şekilde etkilemektedir. Günümüz yaşam tarzında gıda katkı maddeleri beslenmenin parçası haline gelmiştir. Katkı maddelerinin bir kısmı kanserojen iken, bir kısmı da kanserojenlerin etkinliğini artırmaktadır. Kanserojen olanların gıdalarda kullanılmasına izin verilmemektedir. İzin verildiğinde bu etkileri bilinmiyor ya da sonradan anlaşıldı ise kesinlikle yasaklanmaktadır.

Tüketilen besinlerin, cins ve miktarlarının önemli olduğu kadar, pişirme yöntemleri de oldukça önemlidir. Pişirme sırasında besinlerde yararlı değişimler olduğu kadar, zararlı değişimler de olmaktadır. Pişirme esnasındaki asıl amaç; yararlı değişimleri ortaya çıkarmak kadar, zararlı değişimlerden uzak durmaktır. Gıdaların yanlış hazırlanması sırasında birçok zararlı bileşen ortaya çıkmakta olup, bunların bir kısmı kanserojen bileşiklerdir. Çevre kirliliği sonucu, sebze, meyve ve deniz ürünlerinde dumanlama ile dumanlanmış gıdalarda pişirme şekline göre, kızartma ve kavurma gibi gıdalarda ve gıda işlemleri sırasında veya gıdaların kendi yapılarında polisiklik aromatik hidrokarbonlar oldukça fazla bulunur. Kızartma yağlarında gerçekleşen termal ve oksidatif reaksiyonlar nedeniyle, aynı yağın uzun süre kullanılması, o yağda kızartılan ürünlerin kabul edilebilirliğini ve besinsel değerini çokça olumsuz etkilemektedir. Oksidasyonla yağlarda aldehitler, ketonlar, hidrokarbonlar, alkoller, asitler, esterler ve aromatik bileşikler gibi uçucu bozulma bileşikleri de oluşmaktadır.

Obezitenin yaygınlaşması ile birlikte non-alkolik yağlı karaciğer hastalığının (NAYKH) görülme sıklığının 4.6 kat arttığı bilinmektedir. NAYKH’nın yaklaşık olarak %10’u NASH’e ve bunların da yaklaşık olarak %8-26’sının siroza doğru ilerlediği saptanmıştır. Ayrıca bu hastaların hepatosellüler kanser yönünden risk altında oldukları bildirilmiştir.

NASH’in oluşumunda obezite ve tip 2 diyabet iki büyük risk faktörüdür. Hepatosellüler kanser için NASH’in önemli bir risk faktörü olmasından dolayı, obezite ve tip 2 diyabette önemli risk faktörlerindendir. Obezite ve tip 2 diyabette karaciğer kanserine yol açan nedenler arasında; leptin, oksidadif stres, inflamasyon, onkogenler, adiponektinler ve santral obezite ile ilişkili olan insülin direnci yer almaktadır.

Sonuç olarak;

Kanser riskini arttırıcı birçok faktör vardır. Yapılan çalışmalarda, beslenmenin kanser riski oluşturmada önemli olduğu belirtilmiştir. Kanserde tıbbi beslenme tedavisi her zaman etkin bir yöntemdir. Kanseri tıbbi beslenme tedavisi ile yok etme hayali bir düşünce, kanserin hızını etkileme düşüncesi ise gerçek bir yaklaşımdır.


Burçin Aygün Çevik, E. P. (2007). Beslenme ve Kanser. Fırat Tıp Dergi , 1-7.

Erol Arslan, F. Ö. (2013). Obezite İle İlişkili Kanser Türleri. Anatol J Clin Investig , 180.

Kathryn E Bradbury, P. N. (2004). Fruit, vegetable, and fiber intake in relation to cancer risk: findings from the European Prospective Investigation into Cancer and Nutrition. American Society for Nutrition , 394S–8S.

Timothy J Key, A. S. (2004). Diet, nutrition and the prevention of cancer. Public Health Nutrition , 187–200.


Exit mobile version